Tag Archives: Sistem Yaklaşımı

Suçlu aramayalım sistem kuralım

Geçenlerde yine bir tren kazası oldu. Bu olaylara kaza demek doğru mu bilmiyorum. Şimdi yaşanan bu kazaları farklı pencerelerden çağdaş bilim yaklaşımları ile değerlendirmek istiyorum. Hızlı tren ilk seferlerine başladığında içimden eyvah demiştim! Neden? Toplumların gelişme evrelerinde, düşünce sistemleri, bilinç, eğitim, insani gelişmişlik düzeyi, teknoloji, hukuki yapılar ve nihayet toplumun genel gelişmişlik düzeyi birbirinden kopuk ilerlememesi gerekir. Her dönem, her teknoloji, onunla ilişkide olan insanlarda zaman içinde belirli bir bilinç düzeyi ve o döneme özel paradigmalar geliştirir. Dolayısıyla sadece eğitim yetmez, insanların bütün bunların bir arada olduğu sosyalleşme/gelişme süreçlerinden geçmesi gerekir. Bugün gelişmiş diye adlandırdığımız toplumlar, mevcut bilinç düzeylerine kendi icat ettikleri teknolojileri deneyerek, kullanarak birçok aşamadan geçerek ulaşmışlardır. Şimdi bizim için tehlike şurada; bu teknolojileri biz geliştiremiyoruz. Bunları teslim ettiğimiz insanların bilinç düzeyleri ve kurumların çalışma yöntemleri henüz Birinci Sanayi Devrimi düzeyinde. Şimdi Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojisini ithal ediyoruz ama yolu yapan taşeronun, trenleri yönlendiren memurların bilinç düzeyi henüz kara tren devrinde. Durum böyle olunca şimdi en büyük korkum ne biliyor musunuz? Nükleer enerji santralleri. Ya adam uyuyakalmışım derse. O zaman da herhalde cezalandırmak için enkaz aralarında suçlu ararız!

Yine tren kazasıyla basında yer alan bilgilerden ve soruşturma ifadelerinden ilgili birimler arasında bir kopukluk görülüyor. Makas değişikliği talimatı verilmişte, bir görevli bu çok riskli demişte, yönetim ısrar etmişte, makasçı unutmuş olabilirim demişte… Ben bu trene birkaç kez bindim demek kendimizi teslim ettiğimiz alt yapı buymuş! Bugün yüksek teknolojinin ağırlıklı yer aldığı bu gibi sistemler karmaşık (komplike) sistemler olarak adlandırılıyor. Kullandığınız trenin teknolojisi ne kadar üstün olursa olsun, ne kadar iyi eğitimli kondüktörleriniz de olsa, sistemin bütününü oluşturan parçalar ve alt sistemler arasında uyum ve işleyiş bütünlüğü olmadığı takdirde sistemden istediğiniz performansı alamıyorsunuz. Buna yaklaşıma modern bilim “sistem düşüncesi” diyor. Bugün İngiltere’de, Amerika’da, Avustralya’da ve daha birçok ülkede kamu görevlileri sistem düşüncesi konusunda eğitiliyorlar. Hatta bazı ülkelerde ilkokul düzeyinde bile eğitim veriliyor. Bu eğitimin amacı sorumluların yaptıkları işi bir sistemin parçası olarak görmelerini sağlamak ve eylemlerinin sonuçlarından sistemin tümünün etkileneceğini göstermek.

Şimdi bütün bunları sürdürülebilirlik kavramıyla ilişkilendirmek istiyorum. Bu konu yine batıda iklim değişikliğinin yaşanılan çevreye verdiği, vereceği zararlar kaygısı yüzünden gündeme geldi. Refah toplumları geleceklerine yönelik bir tehdit gördüler. Bizim durumumuz farklı, henüz toplumun eğitim ve bilinç düzeyi çok düşük. Milyonlarca insan bu akşam ne yiyeceğim diye düşünerek yaşıyor. Çevrenin tahribatı umurunda değil. Zaten belli değil mi? Bizim için öncelik insani gelişmişlik düzeyimizi yükseltmek olmalı ancak bu şekilde yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım hususlarda gelişme sağlarız. Bireylerimizin refahı geliştikçe çevresine ve yaşadığı topluma olan sorumluluk duygusu ve eylemlerinin sonuçları ile ilgili farkındalık/bilinç düzeyleri de gelişecektir. Kurumlarımız sürdürülebilirlik kavramına önem vermeleri güzel bir başlangıç ama bizim modelimizin değişkenleri şimdilik batıdan farklı olmak durumunda.

Son söz: Bir toplumun ileri teknolojiyle tanışması toplumsal ve insani gelişmişlik düzeyiyle eş zamanlı gitmesi lazım. Aksi takdirde bu teknolojiler yaşamsal tehdit oluşturabiliyor.

Dünya üzerindeki ilişkiler bu kadar basit değil!

Bir önceki yazımda sistem yaklaşımının öneminden bahsetmiştim. Son günlerde ülke sorunları ile ilgili konularda kamu yöneticilerinin çok ani kararlar verdiklerine ve kamuoyu önünde ileri geri konuştuklarına şahit oluyoruz. Tabii karmaşık sistemlerin işleyişi ve sistem dinamikleri hakkında bilgi sahibi olmayan insanların çok ciddi konularda birkaç gün içinde “yeni …..falanca sistemi böyle olacak” şeklinde çözüm sunmaları çok yakında başka sorunlar yaşayacağımızın habercisidir. Bu konuda daha fazla detaya girmeden beğendiğim bir makaleyi aşağıda sizlere aktarıyorum:

world-1-768x307

Karmaşık Dünyada Basit Düşünmek Felakete Götürebilir

Karıncalar basit canlılardır. Basit kurallarla yaşarlar: Eğer bir parça yiyecek görürsen, onu al ve taşı; eğer bir yiyecek yığını görürsen, taşıdığın şeyi oraya bırak. Bu tarz bir basit davranıştan, bir karınca kolonisi ortaya çıkar. Biz insanlar da karıncalar gibiyizdir. Bütün karmaşıklığımıza karşın, dünyaya basit biçimlerde tepki veririz. İçerisinde bulunduğumuz dünya son derece karmaşıktır, fakat bu karmaşıklıkla başa çıkma yetimiz sınırlıdır. Karmaşayı görmezden gelmek ya da onu saklamak adına basit çözümler ararız. Sonuç olarak da eylemlerimizin genellikle istenmeyen yan etkileri oluşur. Bu durum da istenmeyen eğilimler, kazalar ve felâketler ortaya çıkarır. Duyularımız, sürekli olarak beynimizin işleyebileceğinden çok daha fazla veri ile adeta bombardımana maruz kalır. Duyusal sistemlerimiz, bu veri yoğunluğunu filtreleyerek çevremizi anlamlı bir şekilde yorumlamamızı sağlar. Dahası, kısa süreli hafızamızın sınırları, basitleştirme ihtiyacımızı kolaylaştırır. Psikolog George Miller tarafından yapılan bir araştırmada, kısa süreli hafızamızın tek seferde yalnızca birkaç bilgi yığınını işleyebildiği ortaya koyulmuştur (7+-2 kuralı). Örneğin bir dizi rastgele harf verildiğinde, tek seferde muhtemelen bu harflerden yalnızca yedisini hatırlayabilirsiniz; fakat harfler –kelimeler gibi– tanımlanabilir yığınlar halinde verildiğinde çok daha fazla sayıda harfi hatırlayabilirsiniz. Telefon numaralarının özgün olan kısımlarının yedi haneli olması da bu kural çerçevesindedir (0XXX 123 45 67).

Continue reading

Sistem Yaklaşımın Önemi

Bu konuyu şimdiye kadarki yazılarımdan farklı bir stilde aktarmak istedim, yaşamakta olduğum bir deneyimi örnek göstereceğim. Kentsel dönüşümden yenilenen evimizin salonuna, müteahhit dört metrelik bir Volkswagen açılımlı doğrama yapmış. Bu mesafeyi sadece üçe böldüğü için kayar kapıyı açıp kapatabilmek için 50 yaşın altında ve güçlü kuvvetli olmak gerekiyor. Niye böyle yaptınız diye sorduğumda “mimari parametreler nedeniyle…” cevabını aldım. Tabii biz daha evvel hiç ev görmedik, buraya doğrudan mağaradan taşındık! Bu doğramaya yine tek parça halinde inip çıkan ama üç kısımdan oluşan bir otomatik panjur takmış. Bu panjur üç ayrı motora bağlı ama hepsi aynı anda çalışıyor. Panjur sistemi ayrıca akıllı ev otomasyonuna bağlı. Doğal olarak panjur bölümlerinin ışık ihtiyacına göre ayrı ayrı açılıp kapanmasını istiyoruz. Panjurları takan firma panjur bölümlerinin ayrı ayrı çalışmasını sağlayamıyor, topu elektrikçiye atıyor. Elektrikçi üç motoru ayrı ayrı çalıştıracak kumandayı piyasada bulamıyor ve topu akıllı ev sistemini yapan firmaya atıyor. Akıllı ev sistemini yapan firma ben bilmem panjurcu bilir diyor ve top sürekli taca atıldığı için oyun bir türlü başlayamıyor. Belli ki müteahhit fonksiyonelliği ve ihtiyacı hiç hesaba katmamış ve sadece minimum maliyetle göz boyayıcı bir çözüm geliştirmiş, ya da alt yükleniciler arasında hiçbir ilişki olmadığı için ortaya bu sonuç çıkmış.

Yaşamakta olduğumuz bu sorun ülkemizdeki iş yapış biçimine ve bakış açısına çok güzel bir örnek. Proje sponsoru sistem tanımını ve gerçek ihtiyacı, sistem performansını da dikkate alacak şekilde analiz etmeden, üretimi ihaleyle iş alan taşeron firmaların insafına bıraktığı zaman işte ortaya böyle örnekler çıkıyor ve bu sonuçtan hem kullanıcılar hem de toplum zararlı çıkıyor. Bu benim inşaat sektöründen çıkarttığım küçük bir örnek. Kim bilir sektörün tamamında ve diğer sektörlerde buna benzer ne hikâyeler var. İhtiyaçların yanlış analizi, yanlış üretim ve yetersiz proje yönetimine bağlı performans yetersizliği ve kaynak israfları. Proje geliştiriciler sistemi oluşturan alt sistemlerin birbirleriyle uyumlu çalışmasından ve nihai kullanıcının ihtiyaçlarının karşılanmasından sorumludurlar. Biz bu sorumluluğu yeterince ciddiye almayabiliriz ama Almanlar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve daha bir sürü millet çok ciddiye alıyorlar. Maalesef ülkemizde sosyo-ekonomik yapı, kültürel etkenler ve eğitim yetersizliği nedeniyle, panjur örneğinde olduğu gibi, alt sektörlerdeki tedarikçilerin eğitim ve dünya görüşleri 21.yüzyıl ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak. Burada dolaylı olarak anlatmaya çalıştığım sistem yaklaşımı son 20 yirmi yıldır gelişmiş toplumların çok önem verdiği bir yönetim ve mühendislik yaklaşımıdır.  Hangi sistemi üretirseniz üretin önemli olan sistemin tüm alt parçalarıyla senkronize bir şekilde kullanıcının ihtiyaçlarını karşılamasıdır.

Bizim proje sponsoru, dairelere sözde panjur takmış, akıllı ev sistemine bir sürü para dökmüş ama ihtiyaçla örtüşmüyor. Yazık değil mi harcanan paraya ve emeğe? Ben ilk 10 ülke arasına gireceğiz, Türkiye’nin sanayi 4.0 ülkesi olacak vs. gibi söylemleri hep bizzat yaşadıklarım çerçevesinde değerlendiriyorum.