Tag Archives: Danışman Önerileri

Kurumsal yönetim prensipleri tüm sosyal sistemler için geçerlidir

Toplumsal sistemler kavramı sosyolojinin merkezinde yer alır. İnsan sistemleri olarak da adlandırılan sosyal sistemler en basit şekliyle aileden başlayarak, topluma, şirketlere, belediyelere, bölgeye ve ülkeye kadar uzanır. Sosyal sistemler, bir şirket, endüstri veya eğitim kurumu gibi belirli bir amaca hizmet edecek şekilde de mevcut olabilirler. Bir üniversite kampüsü kendi içinde bir sosyal sistemdir. Herhangi bir kişi aynı anda birçok sosyal sisteme ait olabilir. Her sosyal sistem kendine özel paylaşılan bir ortak amaç ile karakterize edilir. Sonuçta, benzersiz ve paylaşılan özellikler, davranışlar, normlar ve standartlar kümesi ortaya çıkar. Kurumlarda bu duruma kurum kültürü, toplumlarda ise toplumsal kültür diyoruz. Örneğin, belirli bir ülkenin hükümet biçimi, kendi standartlarına sahip bir sosyal sistemi üretir. 20. yüzyılın ilk yarısının Sovyet sosyal sistemi, Birleşik Devletlerinkinden kültürel ve sosyal açıdan oldukça farklıydı.

Ortak amaç ne kadar çok kişi tarafından benimsenirse o sosyal sistem o kadar sağlıklı çalışır. Sosyal sistem içinde amaç farklılıkları ortaya çıkarsa o sosyal sistemin bütünlüğünden söz edemeyiz. Bu durumda farklı bir sosyal sistem ortaya çıkar. Sosyal sistemler, sosyolojide top­lumların sürekliliğini sağlayan sistemler olarak kabul edildiğinden, toplumda denge ve istikrar unsuru olarak görülüyorlar.

Xxx

Bu yazıma niçin sosyal sistemlerle giriş yaptım? Çünkü gerek ailenin, gerek şirketlerin, gerekse de ülkelerin insanlardan oluşan sistemler olmaları nedeniyle benzer prensiplerle yönetilmeleri gerektiğine inanıyorum. Bana göre bu yönetim prensiplerinden biri de kurumsal yönetişim başlığı altında yer alan prensiplerdir. Kurumsal yönetişim, bir şirketin yönlendirildiği ve denetlendiği kurallar, uygulamalar ve süreçler sistemidir. Kurumsal yönetim aslında bir şirketin hissedarlar, yönetim, müşteriler, tedarikçiler, finansörler, hükümet ve toplum gibi birçok paydaşının menfaatlerini dengeleyen bir sistemdir. Mesela bu ilkelerden yönetim kurulunun yetkilerine ilişkin kritik maddeler şunlardır:

  • YK. başkanı ile icra başkanı/genel müdürün “yetkilerinin net bir biçimde ayrıştırılması” ve bu ayrımın esas sözleşmede ifade edilmesi.
  • Şirkette hiç kimsenin tek başına “sınırsız karar verme yetkisi” ile donatılmaması.
  • Yönetim Kurulu faaliyetlerinin şeffaf, hesap verebilir, adil ve sorumlu bir şekilde yürütülmesi.

Peki, bu prensiplerin önemi nedir? Kurumsal yönetişim bir şirket için stratejisi ve iş planı kadar önemlidir. Etkin bir şekilde uygulandığında şirketleri skandallardan, dolandırıcılıktan, hukuki ve cezai sorumluluklardan koruyabilir. Aynı zamanda, şirketlerin kamuoyu ve yatırımcıların gözünde imajlarını geliştirir. Bir örgütün ve çalışanlarının ortak felsefesini, uygulamalarını ve kültürünü belirler. Bu paylaşılan yönetişim felsefesi bozulursa, o örgütün zaman içinde sürdürülebilirliğini koruması güçleşecektir.

Yazımın ilk bölümüne dönersek, bu ilkelerin adil ve etkin bir şekilde uygulanmasından, ailede aile reisi, bir ülkede cumhurbaşkanı, bir şirkette ise yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Ünvanlara elveda demeye hazırlanın!

Sizlerle daha önce Dünya gazetesinde yayınlanan “insan-kaynaklari-bitiyor-artik-yetenek-kaynaklari-var” isimli makalemi paylaşmıştım. Zaman zaman şirketlerin İK bölümlerine yaptığım ziyaretlerde üniversitelerden gelen yeni mezunların günümüz beceri setlerine sahip olmadıkları konusunda serzenişler işitiyordum. Artık üniversitelerin gençlere kazandırdıkları bilgilerle iş hayatının gereksinimleri arasında bir boşluk/uyumsuzluk olduğu bir gerçek. Üniversiteler gençlere nerede ve nasıl kullanacaklarını bilmedikleri bol bol bilgi veriyor. İş yerlerinde ise somut becerilere ihtiyaç var. Bu becerilerin bir kısmı İngilizce’de “hard skills” olarak adlandırılıyor. Diğer bölümü ise “soft skills” işte önümüzdeki dönemde esas ihtiyaç duyulacak beceriler bu “soft skills” olarak adlandırılanlar. Tesadüfen bugün World Economic Forum’dan “Farewell Job Title” isimli makaleyi aldım. Bir önceki yazımla birleştirerek bu son yazıyı sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. Yüksek tahsildeki çocuklarınız veya torunlarınızla paylaşmanızı öneririm.

İnsan kaynakları bitiyor, artık yetenek kaynakları var

149331Geçen akşam bir film izledim. Filmde yetenekli genç bir hanım kısa sürede şirketini hızla büyütüyor. Bir süre sonra şirketin hızına yetişemediği için iş/özel hayat dengesi bozuluyor. Benim ilgimi çeken esas nokta şirkete başvuranlara “yetenek kaynakları” ile görüşün denmesiydi. Yani daha ilk elemede verilen mesaj şu; eğer yeterince yetenekli değilseniz hiç başvurmayın! Benim işe başladığım tarihlerde iş başvurularına “Personel Bölümü” bakardı. O zamanlar bu bölümlerin ana işi bordro düzenlemek, ücretleri ödemek ve yasal prosedürleri yerine getirmekti. Henüz işe alım bir uzmanlık konusu değildi. Bir yönetici sizinle “mülakat” yapar, ailenizi okulunuzu falan sorardı. Herhalde boyunuzu posunuzu beğenir, şirkete uygunluğunuza kanaat getirirse işi alırdınız.  Sonra Amerikalılar artık personel yok insan kaynağı var dediler. Bizde bu değişimi uygun görerek personel bölümlerinin isimlerini insan kaynağı olarak değiştirdik. Şimdi Hollywood’dan gördüğüm kadarıyla Amerikalılar bu bölümlerin adını yetenek kaynağı olarak değiştiriyor. Yeterince yetenekli değilsen insan kaynağı arayan şirketlere git!

Continue reading

Sizin Şirketinizin Başkanı Nasıl Karar Alıyor?

Bu yazıyı yazma fikri başkanlık sistemi tartışmalarını izlerken aklıma geldi. Bu tartışmaların özünde olan şey son kararı kimin ve nasıl vereceğidir. Demek ki, birileri alınan kararlarda daha çok yetkisi olsun istiyor. Cumhurbaşkanı, başbakan,  bakanlar, kendilerine yasalarca belirlenmiş alanlarda kararlar alıyorlar. Aynı şekilde kurumsallaşmış bir şirkette de müdürler, genel müdürler, yönetim kurulu başkanı kendi alanları ile ilgili kararlar alırlar. Patron şirketlerinde ise örgütün büyüklüğüne bakılmaksızın, kararları patronlar genellikle kendi başlarına alırlar. Zaten bu şirketlerde gördüğüm patron şirketin her şeyidir. Koca koca müdürler, hatta genel müdürler bile karar alınması gereken en ufak bir konu için patronun yolunu beklerler. Bir zamanlar çalıştığım büyük bir kurumda genel müdür koltuk kumaşlarının rengi için bile patronu bekler, en ufak konuda bile patrona danışmadan karar alınamazdı. Böylece çarklar çok yavaş döner yukarıdan aşağıya herkes birbirini beklerdi.

Modern işletmelerde, yine büyük bir örgüt olan devlette de en önemli yönetim süreci karar verme sürecidir. Karar verme işlerin yapılış şeklini belirler. Ben bir şirkette proje aldığımda önce organizasyon şemasına bakarım. Organizasyon şemasından yapıyı anlamaya çalışırım. Yapı, bana görev alanlarını ve kimin hangi konularda karar aldığını gösterir. Yapıyla oynadığınız zaman karar alma yetkilerini de değiştirmiş olursunuz.  Karar alma sürecinde yapılar kadar önemli diğer bir husus ise kararların hangi teknikle alındığıdır. Bugünlerde gazetelere göz attığımda mecliste uzlaşmaya dayalı kararlar alınmasını tavsiye eden yazılar görüyorum. Uzlaşmaya dayalı karar alma, bir karar alma tekniğidir. Acaba bu tekniği bizim kültürümüzde uygulamak kolay mı? Yazılı kaynaklara baktığımız zaman başlıca karar alma yöntemleri; otokratik, demokratik, delege edilen ve konsensüsle (uzlaşma) alınan kararlar olarak geçiyor. Bunlardan otokratik olarak bilinen sistemde kararlar genel olarak tek kişide toplanmıştır. Örneğin, bizdeki patron şirketlerinde kararlar genellikle bu yöntemle alınır. Diğer çalışanlar karar alma sürecine dâhil edilmez. Başkalarına danışılmadan ve çoğunluğun katkılarını da değerlendirmeden alınan kararların istatistiksel olarak doğru olma şansı vardır. Ancak sistemlerin ve ilişkilerin çok karmaşıklaştığı bir devirde, çok fazla konuda uzmanlık gerektiren konularda tek kişinin karar alması artık oldukça risklidir. Bundan en fazla 150 yıl evvel bir geminin gitmesi için yelkenlerin açılıp rüzgârın itmesi yeterliyken, bugün bir sürü sistemin uyumlu olarak çalışması gerekiyor. Aynı şekilde savaşlar kralların emriyle at bin, kılıç kuşan, hücum şeklinde yapılırken, bugün uzayda dolaşan uydular, radarlar, iletişim ağları, lojistik, bilgisayarlar, özel programlar, elektronik karıştırıcılar, birbiriyle konuşan silahlar, akıllı mermiler, füzeler, insansız uçaklar ve bütün bu sistemlerin entegrasyonunu sağlayan ve kontrol eden kumanda merkezleri gerekiyor. Bu alt yapınız yoksa hiç şansınız yok! Eskiden bir kişi bu kararları alırken şimdi kurmay heyetleri kararların optimizasyonu için simülasyon programları önünde terliyor. Bir kişinin bilgi birikimi ve zekâsı en doğru kararları almaya yetmiyor.

Bir örgütün yapısı ne olursa olsun, kararların kalitesini esas belirleyecek olan örgütteki karar alma tekniğini belirleyen iş yapış kültürüdür. Şirketinizi tek bir patron/başkan yönetse bile önemli olan o şahsın karar alma aşamasında kritik kararları nasıl aldığıdır. Örneğin Atatürk’ün önemli kararları akşam yemeklerinde herkesi dinledikten sonra aldığı söylenir. Kararların alınış tekniği, kararların kalitesini etkiler. Ayrıca yöneticilerin bireysel zafiyet, hırs ve dünya görüşü kararların kalitesini düşürüp, öngörülemeyen risklerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Kriz durumlarında ve hızlı karar alma gerektiren her türlü durumda otokratik yöntemle, demokratik veya konsensüs yöntemlerine göre belki daha çabuk karar alınabilir ama sistemin tüm katılımcılarını etkileyen durumlarda kararın tek kişi tarafından alınması ne derece sağlıklıdır? Alınan kararlar ne derece doğru olacaktır? Kaldı ki yöneticilerinin oy çokluğuyla temsil edilmediği örgütlerde, kritik kararların alınmasında sistemin tüm paydaşları dâhil edilmediği takdirde çatışma çıkması kaçınılmazdır. Bu nedenle hem şirketlerde, hem de sivil toplum örgütlerinde dünya görüşlerinin farklılaştığı bir dönemde uzlaşmacı karar alma tekniklerini ve kültürünü içselleştirme, tüm medeni toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuz içinde önemi gittikçe artacaktır.

Uzlaşmanın alternatifi çatışmadır.

Serdar Yurdakul / Örgütsel Gelişim Danışmanı

Yıl Biterken Hedeflerinize Ne oldu?

Yine yıl sonuna geldik, sene tamamlanmak üzere. Yılbaşlarında bireysel ve kurumsal düzeyde bazı kararlar alırız önümüzdeki yıl hedeflerimiz şunlar olacak diye… Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre bireysel hedeflerin hayata geçirilişi %10 civarındaymış. Oldukça düşük bir oran, çünkü uygulamanızı bir performans veya ödüllendirme sistemiyle ilişkilendirmiyorsunuz. Sadece bir niyetten ibaret kalıyor. Aynı şekilde kurumsal ve ciddi bir yaklaşımla yönetilen şirketlerde kendilerine hedefler belirliyorlar.  Yoksa siz şirketiniz için hedef belirlemiyor musunuz?  Eğer hedef belirlemiyorsanız performans görüşmelerini nasıl yapıyorsunuz? Kurumsallaşma yolculuğuna 2015 senesi için hedefler koyarak başlayın ve kurumsal yapınız uygunsa bu hedefleri çalışanlarınızla birlikte belirleyin.  Yılsonunda bu çalışmanın çok faydasını görürsünüz.

Büyük şirketlerde genellikle yıl bitmeden strateji ve hedef belirleme toplantıları yapılır. Bazen bizim gibi yönetim danışmanlarından da bu toplantıların moderasyonu için profesyonel destek alırlar. Genellikle şık otellerin toplantı salonlarında şirket yöneticilerinin katılımla gerçekleştirilen bu toplantılar sonucunda bir rapor hazırlanır ve bu raporda bir sonraki dönem yapılacak işler ve hedefler yer alır. Hafta başı ofisinize döndüğünüzde bu raporlardan bir kopyayı masanızda bulursunuz. Hikâyenin buraya kadar olan kısmı güzel ve kolaydı. Peki, raporda yer alan hedeflerinize ulaştınız mı? Yapmak istediklerinizi hayata geçirildi mi yoksa belirlediğiniz hedefler raporunuzun son bölümünde niyet olarak mı kaldı? Şimdi, nasıl hedeflerinizi belirlemek için kaynak harcadıysanız, yeni yılda, yılbaşı heyecanını atlatır atlatmaz daha ocak ayı bitmeden geçmiş senenin bir değerlendirmesini yapmalısınız. Yine aynı kadroyla toplanıp, bir önceki sene birlikte hazırladığınız strateji ve hedefler raporunuzu önünüze alıp, neleri gerçekleştirdiğinizi, neleri neden gerçekleştiremediğinizi irdelemeniz lazım. Böylece insanlar performans aşamasına gelindiğinde neden ödüllendirmelerin düşük veya yüksek olduğunu daha iyi anlarlar. Bunları yaparken dikkat edilmesi gereken husus bir yargılama ortamı yaratılmamasıdır. Eğer bunu hissettirirseniz kurum içinde güven kaybına yol açarsanız. Bu toplantıların amacı sadece özeleştiri yapmak ve herkesin aynı farkındalık seviyesinde olmasını sağlamaktır, yöneticilerinizin performans değerlendirmesini yapmak değildir. Performansların değerlendirmelerinizi özel olarak yapmalısınız. Şirketlerimizi hep vurguladığım gibi bir sistem olarak düşünmemiz lazım bazen bir bölümün başarısı başka bir bölümün performansına bağlı olabiliyor. Örneğin pazarlamanın başarısı satışı etkiliyor.

Özetlersek yeni yılda şirket genelinde yapacağınız bu değerlendirme toplantılarında amaç farkındalık yaratmak çalışanların ve yöneticilerin hangi konularda eksiklikleri olduğunu anlamalarını sağlamaktır. Farkındalık sağlamadan, başarı veya başarısızlığın nedenlerini tartışmadan, yönetici ve çalışanlarınızla bunları paylaşmadan, insanları performans görüşmesine çağırıp eksikliklerini yüzlerine vurmak şok etkisi yaratır ve iyi niyetli çalışanlarınızda motivasyon kaybına yol açarsınız.

Özlü söz: “Gideceği limanı bilmeyen gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez”

Şirketinizin Röntgenini Çektiriyor musunuz?

Şirketler emek ve teknoloji kullanarak mal ve hizmet üretirler. Üretim süreçlerinde zaman zaman bazı aksaklıklar oluşur. Üretim veya hizmet bir süre aksar, sonra işin uzmanı gelir bozulan makineyi tamir eder veya değiştirir eninde sonunda üretim tekrar başlar. Yaşanan bu gibi görünen aksaklıkların verdiği hasarı tespit edebilir, cironuzu ne kadar etkilediğini ölçebilirsiniz. Ancak şirketlerin üretimi sadece makinalara bağlı değildir. Faaliyet gösterilen sektöre göre emek ve makinalar farklı oranlarda kullanılır. Üretimi ağırlıklı olarak makinalara bağlı bir sektörde, üretimde yaşanan aksaklıkları (kırılma, bozulma gibi) genellikle gözle görebilirsiniz. Ancak emek yoğun sektörlerde veya süreçlerde yaşanan aksaklıkları tespit etmek zordur, buralarda bireylerin yol açtığı sorunların tespit edilmesi ve verdiği zararın anlaşılması zaman alır.
Nasıl insanda zaman içinde göze görünmeyen bazı sinsi hastalıklar gelişiyorsa, aynı şekilde büyük bir organik sisteme benzetebileceğimiz şirketlerde de göze görünmeyen bazı hastalıklar gelişir. Süreçler eskir, sistemler demode olur, ilişkiler bozulur, çatışmalar artar, değer yaratmayan bir sürü lüzumsuz iş yapılır vs. Dışarıdan bakıldığında sistem çalışıyor görünür. Herkes çok meşguldür, kimsenin başını kaşıyacak zamanı yoktur. Hastalıklar ilerlemeye devam eder, şirket farkında olmadan güç kaybeder. Biz insanlar bu duruma geldiğimizde doktora gideriz ve bizden MR istenir çünkü gözle görünmeyen hastalıklar ancak bu şekilde göze görünür. Rahatsızlığımızı ciddiye almaz, röntgeni ihmal edersek, vücudumuzda belirti vermeyen hastalıklar gelişir, sonra belki geç kalırız. Şirkette planlı olarak bir değişim projesi başlatılmadığı, farklı bir göz veya gözler tarafından şirkette bir analiz yapılmadığı sürece, çeşitli seviyelerde yaşanan aksaklıklar hakkında bilgi sahibi olmamız zordur çünkü bunların çoğu göze gözükmez. Özellikle insan kaynakları ve yönetim süreçlerinde yaşanan görülmeyen arızaların yol açtığı maliyetler ölçülebilir olmadıkları için şirketlerin bilançolarına ne ölçüde yansıdıklarını hesaplayamıyoruz. Dolayısıyla nedeni belli olmayan bir halsizlik, atalet, enerji kaybı hissedildiği aşamada aynı insanlarda olduğu gibi şirketleri de röntgene sokmak gerekir. Ancak şirketler için kullanılan röntgen çekme yöntemleri farklıdır. Bu röntgenler şirketlerde üç farklı seviyede tarama yapar: çalışanlar, ekipler ve organizasyon süreçleri. Bu taramalar çalışanların düşüncelerini, tutumlarını, ilişkilerde ve süreçlerde yaşanan aksaklıkları ortaya çıkarır. İşte şirketlerin sorunlarını ortaya çıkaran ve görülmesini sağlayan araçlara biz organizasyon doktorları diagnostik (teşhis) araçları diye adlandırıyoruz. İlk bakışta göze görünmeyen şirket hastalıklarının tespiti için kullanılan araçların en popülerleri Çalışan Memnuniyet Analizleri, Kurum İklimi ve Kültürü analizleri, 360 ° anketleri ve organizasyon etkinlik analizi, Ekip Etkinliği analizleri ve Süreç Analizleridir. Bu araçlara son yıllarda ilave olan diğer bir teşhis aracıda şirketlerde bireysel ve kurumsal değerlerin belirlenmesi ve görülebilir olmasını sağlayan araçlardır. Bu tetkik özetle, çalışanların kurumu nasıl algıladıklarını incelemek suretiyle mevcut kültür ve ilişkilerin detaylı bir analizini çıkarmakta ve kurumu nasıl ve nerede görmek istediklerini sorgulamak suretiyle yönetime detaylı bir yol haritası çıkarmaktadır (Kurumsal İhtiyaç Karnesi). Bu çalışmalar sırasında insan kaynakları, kurumsal yönetim ve kurum kültürü alanlarında aksayan noktalar ve şirkete enerji kaybettiren hususlar tespit edilmektedir. Yine başka bir araçta ekiplerinizin yaşadıkları rahatsızları teşhis eder. Ekip performansını inceler ve performans kaybına yol açan sorunların giderilmesine yardımcı olur.
Görüldüğü gibi şirketlerimize de aynı kendi sağlığımıza gösterdiğimiz özeni göstermeliyiz. Göze görünmeyen sinsi hastalıklar kronikleşirse bundan şirketlerimiz zarar görür. Gerekiyorsa ara sıra organizasyon doktorlarından yardım istemeliyiz.
Zaman zaman şöyle bir durun. Yalnız başınıza veya ekibinizle şu sorulara cevap arayın; biz ne yapıyoruz? Amacımız ne? Nasıl yapıyoruz? Niye böyle yapıyoruz? İşlerimizi daha doğru yapma yöntemi var mı? Başka türlü yapılır mı? Yapmasak olur mu?

Continue reading