Tag Archives: Liderlik&Yönetim

Deprem sonrası neden aksaklıklar yaşandı?

http://www.pexels.com

Bölünmüşlüğü tanımlamanın birçok yolu var; bunlardan biri de silo deyimi. Kelimenin kökeni eski Yunanca siros mısır saklanan çukur anlamında. Daha sonra tahıl saklanan yüksek kuleler için kullanılan bu kelime 20.yüzyılın ortalarından itibaren nükleer füzelerin yer altında saklandığı depolar için kullanılmaya başlandı. Yönetim danışmanları daha sonra “birbirinden ayrı olarak çalışan bir sistem, süreç, departman vb.” ifadesini ithal ettiler. Verimliliği artırmak için şirketler dikey alt birimlere bölündü. Ortaya çıkan silolar, sistemleri kontrol etmede etkili olsa da bireyler arasında fikir akışını veya iş birliğini teşvik etmede iyi değildi.

İşletmelerde siloların yol açtığı sorunlara daha önce Dünya Gazetesinde yayınlanan “Silo Mantığı Verimsizliği ve Riskleri Artırıyor” başlıklı yazımda değinmiştim. Ancak o yazıda söz konusu olan işletmelerdeki yapısal silolardı. 6 Şubat depremi sonrasında ise sahada geçmişten farklı olarak kurtarma çalışmalarında etkinliği tartışmalı kamu kurumları (AFAD, Kızılay, TSK vs) ve çok sayıda STK gördük. Bu örgütlerin her birinin ayrı liderinin olması çok başlılığa yol açarken, bu liderlerden bazılarının ideolojik/politik amaçlara sahip olmaları, sahada bir liderlik ve yönetim kargaşasına yol açtı. Birbirleriyle iletişimi ve bilgi paylaşımı zayıf, aynı şirketlerdeki gibi farklı liderleri olan silolar ortaya çıktı. Evet, silo deyince genellikle örgüt yapıları aklımıza geliyor ama zihnimizde ve sosyal gruplarımızda da siloların yer alabildiğini ve zihinlerdeki siloların da kabileciliği doğurduğunu bu afette gördük. (AFAD, AHBAP ve biri sürü STK) Enerjinin ve kaynakların küçük gruplara bölünmüşlüğü zihinlerdeki siloları da besledi ve özellikle çok hızlı karar alınması gereken böyle bir bağlamda çalışmaların etkinliğini düşürdü, karar gecikmesi kayıpların artmasına yol açtı.

Yaşadığımız bu acı tecrübeden bir ders çıkarmak gerekirse, gelecekte benzer afetler yaşandığında hızlı ve etkili çalışmalar yapabilmek için silolara bölünmemiş, ekip liderlerinin kaynaklara erişebildiği ve karar alabildiği yatay hiyerarşik yapıda bir örgütlenmeye ihtiyacımız var.

Örgütün performansı yönetici tatile çıktığında belli olur

Şiddetli yağmur sonrasında bazı belediye başkanlarına yönelik yapılan eleştiriler bana bu yazıyı kaleme alma fikrini verdi. Aslında hangi boyutta örgüt olursa olsun bizde tek adam alışkanlığı var, bunu kıramadık. Belki yüzlerce yıllık tarihimizden gelen geleneksel yönetim alışkanlığının yol açtığı bir hastalık, her konudan tek adamı sorumlu tutmak ve her konuda karar almasını beklemek.  Askerde tuvaletleri temiz tutun diye yazı vardır altında komutan yazar! Yüzlerce kişinin çalıştığı her şeyin bir sorumlusunun bulunduğu şirketlerde genel müdür 15 gün tatile gitsin hayat durur, kararlar alınamaz. Kimse onun yokluğunda inisiyatif kullanmak istemez. İnsanlar kendiliğinden bir şey yapmazlar. Mutlaka adam gelecek yerden şu kâğıdı kaldır diyecek, sende kâğıdı kaldırıp onun gözüne gireceksin. Kendiliğinden harekete geçmek ya kimsenin aklına gelmez ya da bu davranış bir savunma mekanizması olarak geliştirilmiştir. Bunun da nedeni  %95’i aile şirketi olan şirketlerimizde patronların genellikle işleri delege etme alışkanlıklarının olmayışıdır. Etrafta kartvizit unvanlı ama yaptırım yetkisi olmayan insanlar dolaşır, bunun neticesinde ortaya verimsiz bir örgüt çıkar. Organizasyon şemasına bakarsınız Allah Allah dersiniz!

Örgütler yönetim bilimlerinde birer sistem olarak görülür. Sistemler ayrı parçalardan oluşurlar ve bu parçalar birbirlerine bağlı olarak çalışırlar. Sistem bir ekip işidir. Sistem kuramamış toplumlarda kahramanlar yaratılır ve tek adamlar olur. En ufak sorunun çözümü bu insanlardan beklenir. Koskoca örgütte herkes yukarıya kendi sorununu iletme yarışına girer. Lider bu sorunların altında ezilir. Sistem kurmuş toplumlarda ise örgütün parçaları birbiriyle sağlıklı iletişim ve ilişki kurmuştur. Örgütün lideri bu parçalara görev atamıştır. Bu parçalar bir saatin dişlisi gibi çalışırlar. Herkes görevini yapar. Bu gibi kurumlarda örgütün gerçek performansı liderin yokluğunda belli olur. Lider tatile çıktığında örgüt çalışıyorsa sistem işliyor demektir. Çünkü işleri lider yapmaz, atadığı yardımcıları yapar. Lider iş planının gerçekleşmesini koordine eder yönlendirir ve kontrol eder. Ben şirketlerde sabaha kadar çalışan genel müdürler veya yardımcılarını gördüm. Türkiye’de bazı yöneticiler tatile bile çıkmazlar ve hep altlarındaki elemanların yetersizliğinden şikâyet ederler! Bu savunulacak bir durum değildir. Bu durum ciddi bir insan kaynağı sorununun ve çarpık bir çalışma kültürünün göstergesidir. Yani önemli olan yöneticilerin işi kendi yapmaları değil yaptırtmalarıdır. Bu iki eylemin arasındaki fark” tırt” hecesidir.

Biz niye hep güçlü tek adam görmek istiyoruz? Bu sorunun cevaplarını farklı kaynaklarda bulabiliriz.  Öncelikle sosyolojik ve tarihsel köklerimize bakarsak, doğu toplumlarının güdülme kültürü ile yönetilme ihtiyacından ve siyasal kurumlarımızın tek adam geleneklerinde aranabilir. Psikoloji gözlüğüyle bakarsak çocukluğumuz ve yetişme biçimimizden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bizim toplumda çocuklar genellikle uzun süre aile koruması altındadırlar. İnisiyatif ve girişimcilik ailedeki geleneksel tek adam kültürü nedeniyle neredeyse sıfırdır. Bu nedenle çocuk kendi varoluş sorumluluğunu alamadığı ve nasıl alacağı öğretilmediği için hayatı boyunca güçlü bir “baba” arar. Ailede, şirkette, toplumda fark etmez. İnsanlar kendileri birer birey olamadıkları için toplum bu eksikliği bütün “kurumlarında” çeker. Demokrasi denilen katılımcı yönetim tarzı da bir türlü istenilen seviyeye ulaşamaz. Çünkü sorunlarımızı hep bir “kahraman babanın” çözmesini bekleriz. Hatta tarihteki kahramanlardan medet umarız. Hâlbuki tarih bir kere yaşanır. Hayat ileriye doğru akar…

Evet, demek ki örgütlerimizin organizasyon şemaları önemlidir. Tatile gittiğimizde işler yürüyor mu? Aksak çalışan dişliler var mı? Şirketimiz kendiliğinden işliyor mu? Hangi kararlar hangi kademelerde alınıyor? Bu sorulara sağlıklı cevap verebilmek için patronlarımıza ve yöneticilerimize tatile çıkmalarını tavsiye ederim.

Serdar Yurdakul Ağustos 2019

Silo mantığı verimsizliği ve riskleri artırıyor

Böyle bir yazı yazmak nereden aklıma geldi? Geçen hafta müşterisi olduğum hizmet firmalarından birkaç defa “o bölüme ben bakmıyorum, oranın sorumlusu şu anda yok” vs. gibi cevaplar alınca kendi kendime “Acaba bu insanların müşteriye ihtiyaçları yok mu?” sorusunu sordum. Daha sonra bu yazıyı kaleme alırken bir zamanlar bağlı çalıştığım bir yönetici aklıma geldi. Yaptığımız işlerden başka bölümlerin bilgi sahibi olmasını hatta görüşülmesini bile istemezdi. Ördüğü bir duvarın içinde çalışıyorduk. Bu iki konunun birbirleriyle ne ilgisi var? Şöyle, ilkinde çalışan işine sadece mikro lensle bakarak içinde yer aldığı sürecin tamamını anlamak istemiyor. İkincisinde ise yönetici kendi alanını duvarların içine almış, ne girilmesine ne çıkılmasına izin veriyor. Bilgi akışını bloke ediyor. Günümüz şirketlerinde en büyük günah süreç işleyişini bilerek veya bilmeyerek bloke etmek ve iletişimi aksatarak bilginin hızla dolaşmasını engellemektir. Buna silo zihniyeti diyoruz. Bireyselci iş kültürümüz, içinde çalıştığımız şirketi bir bütün olarak, yani bir sistem olarak görmekten ziyade, sadece kendi işimize odaklanmamıza teşvik eder ancak herkes işini at gözlüğüyle yaparsa ve sürecin bir parçası olduğu fikrini benimsemezse birlikte çalışıldığı takdirde elde edilecek kazanımlar kaçırılır.

xxx

Silo zihniyeti genel olarak “bir şirkette veya bölümde aynı şirketten başkalarıyla bilgi paylaşmak istemeyen bir zihniyet” olarak tanımlanabilir. En önemli belirtileri, ‘onlar ve biz’ ifadelerinin sıklığı; ya da ‘bu bizim işimizin bir parçası değil’ yaklaşımı, ya da başka bölümlerden bilgi beklemek ya da kovalamak zorunda olduğunuz için kendi işinizin tıkanmasıdır. Organizasyon ne kadar büyük olursa siloların yarattığı zararda o denli büyük olabiliyor. Nedense liderler şirketlerindeki siloların hem işin başarısını hem de lider olarak kendi etkinliklerini nasıl sınırlandırdığını görmezden gelme eğilimindeler.

Şirket İçi Savaşlar isimli kitabında Patrick Lencioni, silo zihniyetinin şirketlerde kaynakların boşa harcanmasına sebep olduğu, üretkenliği yok ettiği, çalışkan ve dürüst insanları kapının önüne ittiği ve hedeflerin başarılmasını tehlikeye attığını söylüyor. Peki, ne yapmak lazım? Bir takımda veya organizasyonda verimsizliklere ve işbirliği eksikliklerine bakarak çalışanların birlikte nasıl oynayacaklarını bilmedikleri veya eğitimsiz oldukları varsayımında bulunabilirsiniz ama bu durum genellikle çalışanların bu tip davranışlar sergileyen yöneticileri karşısında kendilerini güçsüz hissetmelerinden kaynaklanıyor. Lencioni bu tip davranışların hâkim olduğu şirketlerde, siloların sebep olduğu sorunları tartışmaya açan, çalışan ve ekiplerin önündeki barikatları kaldıran, onların yetkilerini artıran ve çözüm üreten güçlü bir liderlik ekibi gerekliliğini vurguluyor. Bu tip sorunların ortaya çıkarılmasında, tartışılmasında ve arzulanan değişimin hızlı bir şekilde uygulanmasında başvurulacak en iyi yöntem tüm sistemin temsil edildiği ortak akıl toplantılarıdır. Doğru kolaylaştırıcılar tarafından yönetilen bu toplantılar şirket liderlerine yaşanan sorunlar hakkında gerçeğin en doğru resminin çekilmesini sağlar.

Değişimin, belirsizliğin ve istikrarsızlığın (VUCA ortamı) arttığı şu günlerde şirket içi sorunlardan tüm paydaşların hızlı bir şekilde bilgi sahibi olması, geri bildirim sisteminin sağlıklı bir şekilde çalışması ve işyeri kültüründe sistem düşüncesine önem verilmesi her zamankinden daha fazla önem taşıyor. Siloların ve fonksiyonel örgütlenmenin zaman içinde yol açtığı paslanmanın gözden geçirilmesinin tam zamanı…

Değerlerin Sürdürülebilir Şirket Olmada Önemi Nedir?

Geçenlerde sinemalarda bir film oynadı, The Post. Bir muhabirin Vietnam savaşı döneminde ABD başkanlarının Amerikan ve dünya kamuoyundan sakladıkları gerçeklere yer veren gizli bir raporu ele geçirmesiyle gelişen olayları konu ediyor. ABD başkanı raporun yayınlanması halinde gazete sahiplerini adalet bakanlığı aracılığıyla vatana ihanetten yargılamakla tehdit ediyor. Yayın kurumu tam o sırada içinde bulunduğu finansal sıkıntıları aşmak için borsaya açılmak ve büyük yatırımcıların desteğini almak üzere. Gazetenin sahibi büyük baskı altında. Ya hükumetin ve başkanın baskısına boyun eğerek ABD halkından gerçeklerin gizlenmesine alet olacak, ya da gazetenin kuruluş misyon ve değerlerini savunan genel müdürünü dinleyerek gizli belgelerin haber yapılmasına izin verecek. Böylece hem yargılanacak, hem de borsa yatırımcılarının desteklerini çekmelerini yol açacak bir sürece girilecek. Daha fazla anlatmayacağım hukukun ve değerlerin önemini görmek için izlemeye değer bir film.

xxx

Kurumlarda her gün bireysel ve organizasyonel düzeyde bir sürü karar alınır.   Çalışanların ve yöneticilerin bireysel olarak verdikleri kararlar,  kendi dünya görüşlerinden etkilenir ve kendileri açısından neyin önemli olduğunu gösterir.  Aynı şekilde yönetim kurulu üyeleri de şirketleri hakkında makro düzeyde kararlar alırlar. Geçmişte yaşanan krizlerde, değerlere bağlı kalınmaksızın alınan etik dışı kararlardan dev şirketlerin düştükleri durumlara hepimiz şahit olduk (ENRON, Siemens, Lehman Brothers,  Arthur  Andersen, Volkswagen, BP vs.)  İşte değerler burada devreye giriyor. Değerlerin esas işlevi kurumun misyonu ve varoluş amacı doğrultusunda karar almasıdır, böylece kurumların sürdürülebilirliğine katkı sağlıyorlar.

Collins&Porras’ın “Built To Last” isimli kitaplarında Amerika’da uzun yaşam eğrisine sahip şirketlerde yaptıkları araştırmada, bu şirketlerin ortak özelliğinin, kurumsal değerlere sahip olmanın şirketleri için iyi bir şey olduğunu anlamış bilinçli liderlere sahip olduklarını göstermişlerdir. Bu liderler kim olduklarını ve yaşam misyonlarının en az ürettikleri malın ve hizmetin kalitesi kadar önemli olduğunu anlamışlardır.  Çalışanların ve liderlerinin etik değerlere sahip olmadığı şirketler, kurumsal bir yapıya sahip olsalar bile bu onlara sürdürebilirlik yolunda avantaj sağlamaz.  Richard Barrett’in de” Building a Values- Driven Organisation”  isimli kitabında da araştırmalara dayandırarak vurguladığı gibi,   ancak üst seviyelerde bilinç düzeyine ve değerlere sahip liderlerin yönettiği şirketlerin uzun vadede yaşama şanslarının olduğunu söyleyebiliriz.

xxx

Bütün olumsuzluklara rağmen yeryüzünde bir avuç bilinçli iş adamı ve akademisyen,  sivil toplum gönüllüsü,  gözü kapalı mevcut durumu sürdürmek yerine,  şirketlerin ve endüstrilerin sürdürülebilir bir yapıya kavuşmaları için mücadele veriyorlar.  Sürdürülebilir bir yaşam ancak bireylerin kendi davranış ve alışkanlıklarında değişimi kabul etmeleri ile başlar.  Mevcut öğrenme süreçlerinde edinilen bilgilerle oluşan dünya görüşleri başarıyı finansal performansla ilişkilendiriyor. Finansal olarak başarılı olamayan yöneticiler ve şirketler kendilerini bu Dünya’da başarısız görüyorlar. Demek ki, bizi motive eden finansal performansımız ve değerlendirilme sistemi mevcut değer setlerinden etkilenmektedir.  Bu değer setleri genellikle bencil,  kısa vadeli ve kar maksimizasyonunu teşvik etmektedir.  Verilen mesaj,  ne olursa olsun çok para kazanmaktır ve bu mesaj hem kurumların, hem de kurumların içinde yaşadığı yeryüzünün sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır.

Kurum ziyaretlerinde duvarlarda “Değerlerimiz” başlıklı posterler görüyorum. Bazıları gerçekten çok şık posterler. Ancak değerler süs değildir. Acaba şirket sahipleri ve yöneticileri kritik kararlar alırken bu değerleri ne ölçüde dikkate alıyorlar? Gerçekten zor bir durum. Washington Post’un sahip ve yayımcısı Katharine Graham’ı baskı ve tehditlere rağmen değerlerini savunurken görmek izlemeye değer.

Patron Böyle İstiyor!

30 Kasım 2015 tarihinde yayımlanan “Sizin şirketin başkanı nasıl karar alıyor?” başlıklı yazımda şirketlerde karar alma yöntemlerinin şirketlerin sağlıklı çalışmasındaki önemine değinmiştim. Şirketinizde sadece kararların alınış şekli değil, alınan kararların kalitesi de önemlidir.  Örgütlerde sadece tek adama dayalı karar mekanizmaları son derece tehlikeli riskler taşırlar. Alınan kararların kalitesi günümüzde, belirsizliğin artması, değişimin hızı, sermaye maliyeti, sistemlerin karmaşıklığı gibi nedenlerle daha da önem kazanmıştır.

Karar alma yöntemi olarak otokratik yaklaşımları tercih eden liderlerin bu tercihleri başlangıçta kendilerinin veya yakın çevrelerinin görmek istediği güçlü lider egolarını tatmin edebilir. Ancak bu tercih örgütlerde zaman içinde bazı hastalıkların gelişmesine neden olur. Bu hastalıklar zaman içinde örgütün karar alma ve bilgi paylaşım süreçlerini paralize eder. Günümüz yönetim dünyasında en önemli konulardan biri de hiyerarşik örgütlerde yetkilendirme konusudur. Bu konuyu kurumsal eğitimlerde sıklıkla işliyoruz. Hiyerarşik bir yapıda yukarıdan aşağıya yetkilendirme mekanizmasını sağlıklı bir şekilde işletemezseniz örgütünüzden istediğiniz verimi alamazsınız ayrıca kriz veya hızlı değişim gerektiren dönemlerde geminizi hızlı bir şekilde döndüremezsiniz. Herkes topu bir üstündekine atar. Böylece en basit ve küçük bir konuda alınacak kararlar için bile ağzına bakılan Başkan, CEO vs. durumu ortaya çıkar. Bu durum uzun bir süre devam ederse sonunda herkes bu durumu kanıksar ve artık bütün kararların yukarıdan çıkmasını beklenir. Şimdi yukarıda bahsettiğim hastalıklara bakalım: Bazı örgütlerde,  başkan, CEO, kaptan, reis vs. mevcut organizasyon yapısını dikkate almayarak altında çalışanlarına her konuda müdahale eder, bir süre sonra yetki kullanmanın ve karar almanın tehlikeli olduğunu gören astlar topu mümkün olduğunca taca atmaya çalışırlar. Bu durumda örgüt ağırlaşır karar alınması gereken acil ve önemli konularda konuşması gerekenlerde konuşmayacakları için alınan kararlar ya eksiktir ve ya da geç kalınmıştır. Böylece yukarıdan talimat almadan inisiyatif kullanmayan yöneticilerin çalıştığı bir organizasyon ortaya çıkar. Buna “her şey benden sorulur” sendromu diyoruz. Yine üst yöneticilerin her kademedeki kararlara ve iş yapış biçimine karıştığı örgütlerde ast-üst ilişkileri bozulur çünkü artık herkes ne karar alınırsa alınsın nasıl olsa beyefendi müdahale edecektir anlayışı yerleşir. Astlar sadece en üst kademeden gelen talimatları bekler, bir üst amirin aldığı kararlara şüpheyle yaklaşırlar.  Bir süre sonra süreçlerde aksamalar yaşanmaya başlandığında, ara kademe yöneticileri kapanan kapıları açmak için maymuncuk olarak beyefendi kartını kullanmaya başlarlar. Buna “Beyefendi böyle istiyor” sendromu diyoruz.  Sosyal psikolojinin konusu diğer bir örnekte ise liderleri ve birbirleriyle uyum içerisinde görünmek isteyen yönetim kademesi ve kıdemli yöneticiler alınan grup kararlarını onaylamasalar bile onaylar görünürler ama içlerinden geçen başkadır.  Bu durum genellikle baskın kültür ve otokratik liderlerin hâkim olduğu doğu kültürlerinde daha çok görülür. Lidere ve gruba ters düşmemek eğilimi yönetim ekibinin onaylamadıkları kararlara istemeden onay vermelerine yol açar. Ülkemizde de çok yaygındır. Buna da “Koyun sürüsü” sendromu (yabancı kaynaklarda Group Thinking olarak geçer) diyoruz.

Özetle, yönetim ve yöneticilik ciddi bir iştir.

Kurumsal yönetim prensipleri tüm sosyal sistemler için geçerlidir

Toplumsal sistemler kavramı sosyolojinin merkezinde yer alır. İnsan sistemleri olarak da adlandırılan sosyal sistemler en basit şekliyle aileden başlayarak, topluma, şirketlere, belediyelere, bölgeye ve ülkeye kadar uzanır. Sosyal sistemler, bir şirket, endüstri veya eğitim kurumu gibi belirli bir amaca hizmet edecek şekilde de mevcut olabilirler. Bir üniversite kampüsü kendi içinde bir sosyal sistemdir. Herhangi bir kişi aynı anda birçok sosyal sisteme ait olabilir. Her sosyal sistem kendine özel paylaşılan bir ortak amaç ile karakterize edilir. Sonuçta, benzersiz ve paylaşılan özellikler, davranışlar, normlar ve standartlar kümesi ortaya çıkar. Kurumlarda bu duruma kurum kültürü, toplumlarda ise toplumsal kültür diyoruz. Örneğin, belirli bir ülkenin hükümet biçimi, kendi standartlarına sahip bir sosyal sistemi üretir. 20. yüzyılın ilk yarısının Sovyet sosyal sistemi, Birleşik Devletlerinkinden kültürel ve sosyal açıdan oldukça farklıydı.

Ortak amaç ne kadar çok kişi tarafından benimsenirse o sosyal sistem o kadar sağlıklı çalışır. Sosyal sistem içinde amaç farklılıkları ortaya çıkarsa o sosyal sistemin bütünlüğünden söz edemeyiz. Bu durumda farklı bir sosyal sistem ortaya çıkar. Sosyal sistemler, sosyolojide top­lumların sürekliliğini sağlayan sistemler olarak kabul edildiğinden, toplumda denge ve istikrar unsuru olarak görülüyorlar.

Xxx

Bu yazıma niçin sosyal sistemlerle giriş yaptım? Çünkü gerek ailenin, gerek şirketlerin, gerekse de ülkelerin insanlardan oluşan sistemler olmaları nedeniyle benzer prensiplerle yönetilmeleri gerektiğine inanıyorum. Bana göre bu yönetim prensiplerinden biri de kurumsal yönetişim başlığı altında yer alan prensiplerdir. Kurumsal yönetişim, bir şirketin yönlendirildiği ve denetlendiği kurallar, uygulamalar ve süreçler sistemidir. Kurumsal yönetim aslında bir şirketin hissedarlar, yönetim, müşteriler, tedarikçiler, finansörler, hükümet ve toplum gibi birçok paydaşının menfaatlerini dengeleyen bir sistemdir. Mesela bu ilkelerden yönetim kurulunun yetkilerine ilişkin kritik maddeler şunlardır:

  • YK. başkanı ile icra başkanı/genel müdürün “yetkilerinin net bir biçimde ayrıştırılması” ve bu ayrımın esas sözleşmede ifade edilmesi.
  • Şirkette hiç kimsenin tek başına “sınırsız karar verme yetkisi” ile donatılmaması.
  • Yönetim Kurulu faaliyetlerinin şeffaf, hesap verebilir, adil ve sorumlu bir şekilde yürütülmesi.

Peki, bu prensiplerin önemi nedir? Kurumsal yönetişim bir şirket için stratejisi ve iş planı kadar önemlidir. Etkin bir şekilde uygulandığında şirketleri skandallardan, dolandırıcılıktan, hukuki ve cezai sorumluluklardan koruyabilir. Aynı zamanda, şirketlerin kamuoyu ve yatırımcıların gözünde imajlarını geliştirir. Bir örgütün ve çalışanlarının ortak felsefesini, uygulamalarını ve kültürünü belirler. Bu paylaşılan yönetişim felsefesi bozulursa, o örgütün zaman içinde sürdürülebilirliğini koruması güçleşecektir.

Yazımın ilk bölümüne dönersek, bu ilkelerin adil ve etkin bir şekilde uygulanmasından, ailede aile reisi, bir ülkede cumhurbaşkanı, bir şirkette ise yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Mikro Yönetim bir liderlik kusurudur

Görevime yeni başlamıştım. Odamın yer alacağı katta bazı tadilatlar yapılıyordu. Yol üzerinde duran bir faks dikkatimi çekmişti. Bu faks müşterilere ait bilgilerin trafiğinde kullanılıyordu. Gizli kalması gereken bilgiler için kullanılan faksın çok açık bir yerde durması beni rahatsız etti. Mimari düzenlemeyi yapan teknik kadrodan faksın daha kapalı, yabancıların kolay göremeyeceği bir köşeye taşınmasını talep ettim. Cuma günü işten çıkarken gerekli düzenlemeler yapılmaya başlanmıştı. Pazartesi sabahı tertemiz yeni bir ofiste işe başlıyordum, yapılan çalışmaları görmek için dolaşmaya çıktığımda, faksın tekrar eski yerine taşındığını görünce şaşkınlığımı saklayamadım. Sebebini sorunca verilen cevap beni iyicene şaşırttı. Yönetim kurulu başkanı hafta sonu etrafı dolaşmış faksın eski yerine alınmasını istemiş. Tabii talimatı veren YKB olunca akan sular durmuş! Burada o tarihlerde yaklaşık 1500 kişi çalışıyordu. Bir sürü genel müdür yardımcısı, müdür vs. ama hiçbirinin bir faksın yerini değiştirme yetkisi yok! Şirkete hâkim kontrol kültürü yüzünden büyük patron seyahatte olduğu tarihlerde yapılan yönetim toplantılarında kimse karar almak istemiyordu, böylece toplantılar yüksek maaşlı yöneticilerin havanda su dövdükleri seanslar olarak başlayıp bitiyordu. Bu iş yapış kültürü nedeniyle üst yöneticilerin masalarının üzerinde alt kademe yöneticilerinin masalarından daha fazla dosya yığılı duruyordu. Büyük patronun mikro yönetim tarzı kurumu yukarıdan aşağıya etkilemiş ve verimsizliğe yol açmıştı.

Xxx

Ünlü mikro yöneticilere tarihten bir örnek ise Hitler’dir. Birçok kimse onu askeri bir dahi olarak bilir. Hâlbuki Hitler bir paranoiddir. Paranoidler çevrelerindeki insanlara güvenmedikleri için mikro yönetim onların hâkim yönetim stili haline gelmiştir. Paranoidler kendilerini tek güvenilir kişi olarak görürler ve karşılarındakileri buna inandırırlar. 20 Temmuz 1944’te kendisine karşı yapılan başarısız darbe girişiminden sonra Hitlerin çevresine olan güveni iyicene sarsılmış, Sovyet cephesindeki tank tümenlerinin yönetimini kendisi devralmıştır. Komutanlarının uyarılarına rağmen yanlışlarına devam etmiştir. Sonucu biliyorsunuz mağlubiyet. Bu süreci 2008 yapımı Valkyrie isimli filmde izleyebilirsiniz.

Xxx

Mikro yönetimin neden bir liderlik kusuru olduğunu şu satırlarla özetleyebilirim: Başlangıçtaki anımda yer aldığı gibi mikro yöneticinin altında çalışan kadrolar bir savunma mekanizması olarak hiçbir konuda sorumluluk almak istemezler. Böylece büyük patronun omuzu ağırlaşır. Bütün kararları en tepedeki adam alınca, astlarının beceri veya beceriksizlikleri hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Tüm kararların kendi bilgisi dahilinde alınmasında ısrar edince işler ilerlemez süreçler tıkanır. Bir süre sonra özellikle becerikli astların, kendilerine güvenilmediği için moralleri bozulur, isteksiz çalışırlar. Kendi fikirlerinde ısrar eden yönetici, başkalarının fikir ve görüşlerini önemsemediğinden yaratıcılığın ve özgür düşüncenin önünü keser. Bu tarz yöneticiler günün birinde başka bir göreve atandıklarında arkalarında bir boşluk oluşur. Örgüt bir kişiye bağlı çalışmaya alıştığı için süreçler unutulmuş ve paslanmıştır!

xxx

Mikro yönetim günümüz dünyasının gerçekleriyle çelişiyor. Belki Üçüncü Sanayi Devrimine kadar insana önem vermeyen, işe odaklı, Taylor’un görüşlerine dayalı kumanda ve kontrol tarzı yönetim modelleri o dönemin gerçek ve paradigmalarına uygun olmuş olabilir ama bugünkü karmaşık örgüt ve sistemleri yönetmek için uygun değildir. Sistemi oluşturan unsurların sesini dikkate almadan tüm kararları tek başına almakta ısrar etmek şirketlerin de içinde yer aldığı tüm sosyal sistemler için sakıncalıdır.

Değişim Nasıl Yönetilmez

16174755_981220388675563_3307030786756864513_nAnayasa tartışmaları bana bu yazı için ilham verdi. Yeni anayasa bir değişim projesi. Yaklaşık 80 milyon etkileneni olan bir proje. Bu kadar yüksek sayıda kişiyi ilgilendirince tek tek herkesin fikrini soramazsınız ama topluluk içinden her kesimin görüşünü yansıtan temsilcilerle bir proje ekibi kurup, değişim projesinde her kesimin sesini dinlemiş olursunuz.  Evet, bu bir değişim yönetme tekniğidir. Diğer yöntem ise değişimin yukarıdan aşağıya lider tarafından dayatılmasıdır.

Continue reading

İnsanları doğru motive edip, doğru değerlendirebiliyor muyuz?

Yine bir yıl bitti, yenisi başladı. Bu dönemlerde şirketlerde çalışan performansları gözden geçirilir. Bazı çalışanlar işten ayrılır, iş değiştirir, terfi eder. Çalışanlar için yıl sonları heyecanlıdır. İnsan kaynaklarından ”1 Ocaktan geçerli olmak üzere” şeklinde mektuplar alırsınız!

Şimdi geçmişin bir filmini tekrar oynattım. İş hayatında kimleri gördük?  İlk hatırladıklarım şirketlere özel bir destekle girmiş, hiçbir katkısı olmayan, dokunulmazlığı olan insanlar. Bunların bir türevi de bazı sıfatlarla donanmış insanlar, bunlarda sıfatları gereği işlerine, geliyorlar gidiyorlar. Bunlardan bürokratik teşkilatlarda çok görüyoruz. Müfettişken aman ona dokunma demişlerdi bana. Sonra bu insanlardan başka yerlerde de gördüm. Bir şey söylediğinizde,  “Genel müdürün veya yönetim kurulu başkanının bilgisi dâhilinde” cevabını alıyorsunuz! Dolayısıyla bunların performansına da dokunamıyorsunuz. Sonra kendilerine tanımlanan işini yapan insanlar gördüm. Onlarda verilen işi yapıyor o kadar. 9.00 başla, 18.00 bitir, standart performans yani. Birde kendini parçalayan insanlar gördüm. Cumartesi herkes evde, o işinin başında, saat 20.00 hala çalışıyor haftada 50, 60 saat çalışıyor. Özverili, fedakâr, çalışkan karşılığında bir şey beklemiyor. Ona belki kuru bir teşekkür yeter. Çoğu zaman bu bile çok görülüyor. Hatta ” ne var dışarıda bu kadar işsiz var ben ona iş vermişim çalışacak tabii ki” şeklinde cevap aldığımda oldu. Ben fedakârca çalışan kişilerin kesinlikle özel olarak ödüllendirilmesinden yanayım.  Ödüllendirme sizi korkutmasın, ödül para olmak zorunda değil. Birde ekipler vardır. Yaptıkları iş gereği birlikte çalışan insanlar. Proje ekipleri, IT grupları vs. Ekip halinde performans beklenen işlerde tüm ekibin aynı oranda değerlendirilmesinden yanayım. Hem ekip performansı bekleyeceksiniz hem de ekip içinde farklılıklar yaratacaksınız. Bireysel performans beklenen işlerle, ekip çalışması sonucunun önemli olduğu işlerin performans kıstasları ayrı olmalı.

Continue reading

Daralan ekonomide çalışanların psikolojileri

Herhangi bir yöneticiye insan kaynakları konusunda karşılaştığınız en büyük zorluk nedir diye sorarsanız hiç şüphesiz daralma dönemlerinde çalışanların işten çıkarılması diye cevap verecektir. Bazen karşılaşılan zorluklar karşısında şirketin maliyetlerini azaltmak amacıyla performans veya davranışsal kıstaslara bakılmaksızın önlem olarak işten çıkarmalar yaşanabiliyor. Yine bir kriz dönemiydi. Bir süredir çalıştığım kurumda İK müdürlüğünden yazı aldık. Yazıda çalışan sayısında indirime gidileceği belirtilmişti. Yanımızda çalışanlardan son girenlerden başlamak üzere iki kişinin ismini istiyorlardı. Şaşırmıştım. Kıdemli bir arkadaşa bunun nedeni sordum. Bana patron çok temkinlidir kriz hissederse hemen işten çıkarmalar yapar dedi. Sanıyorum 2000 yıllardan önceydi, şimdiki gibi çalışanı koruyan bazı yasalarda henüz mevcut değildi. Patron en ufak bir endişe duyduğunda herhangi bir performans ölçütüne bakmadan onlarca kişiyi işten çıkartıyor, güneş açınca tekrar başka kişileri işe alıyordu! Bu şekilde davranan işletmeler kısa vadede görünen maliyetleri düşürebilirler ama genellikle hesaba katılmayan gizli bir maliyet vardır. Büyük şirketlerin İK havuzunda sürekli bir hareketlilik yaşanır. Bu havuza her gün birileri girer, birileri çıkar. İş başvuruları, işe alım ve işe uyum süreçleri çok zaman alır. Yeni başlayan bir insanın şirkete getiri sağlaması iş koluna ve yapılan işe göre değişmekle birlikte ortalama 90 gündür. Bazı yüksek deneyim gerektiren iş kollarında bu süre bir yıla kadar çıkabilmektedir. Bunu iki boyutlu bir grafik üzerinde gösterirseniz verim eğrisi eksiden başlar ve ağır ağır yükselerek zaman içinde yukarıdaki sürelerden sonra artıya geçer. İşte bu hesaba katılmayan bir maliyettir. Tenkisat dönemlerinde bu süreçler iyi yönetilemezse şirkette çalışmaya devam eden kadroların verimliliği de düşer. Neden düşer, çünkü çalışanlar bazı endişeler hissetmeye başlarlar. Nedir bu endişeler?

*** Continue reading