Tag Archives: Örgüt Yönetimi

Deprem sonrası neden aksaklıklar yaşandı?

http://www.pexels.com

Bölünmüşlüğü tanımlamanın birçok yolu var; bunlardan biri de silo deyimi. Kelimenin kökeni eski Yunanca siros mısır saklanan çukur anlamında. Daha sonra tahıl saklanan yüksek kuleler için kullanılan bu kelime 20.yüzyılın ortalarından itibaren nükleer füzelerin yer altında saklandığı depolar için kullanılmaya başlandı. Yönetim danışmanları daha sonra “birbirinden ayrı olarak çalışan bir sistem, süreç, departman vb.” ifadesini ithal ettiler. Verimliliği artırmak için şirketler dikey alt birimlere bölündü. Ortaya çıkan silolar, sistemleri kontrol etmede etkili olsa da bireyler arasında fikir akışını veya iş birliğini teşvik etmede iyi değildi.

İşletmelerde siloların yol açtığı sorunlara daha önce Dünya Gazetesinde yayınlanan “Silo Mantığı Verimsizliği ve Riskleri Artırıyor” başlıklı yazımda değinmiştim. Ancak o yazıda söz konusu olan işletmelerdeki yapısal silolardı. 6 Şubat depremi sonrasında ise sahada geçmişten farklı olarak kurtarma çalışmalarında etkinliği tartışmalı kamu kurumları (AFAD, Kızılay, TSK vs) ve çok sayıda STK gördük. Bu örgütlerin her birinin ayrı liderinin olması çok başlılığa yol açarken, bu liderlerden bazılarının ideolojik/politik amaçlara sahip olmaları, sahada bir liderlik ve yönetim kargaşasına yol açtı. Birbirleriyle iletişimi ve bilgi paylaşımı zayıf, aynı şirketlerdeki gibi farklı liderleri olan silolar ortaya çıktı. Evet, silo deyince genellikle örgüt yapıları aklımıza geliyor ama zihnimizde ve sosyal gruplarımızda da siloların yer alabildiğini ve zihinlerdeki siloların da kabileciliği doğurduğunu bu afette gördük. (AFAD, AHBAP ve biri sürü STK) Enerjinin ve kaynakların küçük gruplara bölünmüşlüğü zihinlerdeki siloları da besledi ve özellikle çok hızlı karar alınması gereken böyle bir bağlamda çalışmaların etkinliğini düşürdü, karar gecikmesi kayıpların artmasına yol açtı.

Yaşadığımız bu acı tecrübeden bir ders çıkarmak gerekirse, gelecekte benzer afetler yaşandığında hızlı ve etkili çalışmalar yapabilmek için silolara bölünmemiş, ekip liderlerinin kaynaklara erişebildiği ve karar alabildiği yatay hiyerarşik yapıda bir örgütlenmeye ihtiyacımız var.

Örgütün performansı yönetici tatile çıktığında belli olur

Şiddetli yağmur sonrasında bazı belediye başkanlarına yönelik yapılan eleştiriler bana bu yazıyı kaleme alma fikrini verdi. Aslında hangi boyutta örgüt olursa olsun bizde tek adam alışkanlığı var, bunu kıramadık. Belki yüzlerce yıllık tarihimizden gelen geleneksel yönetim alışkanlığının yol açtığı bir hastalık, her konudan tek adamı sorumlu tutmak ve her konuda karar almasını beklemek.  Askerde tuvaletleri temiz tutun diye yazı vardır altında komutan yazar! Yüzlerce kişinin çalıştığı her şeyin bir sorumlusunun bulunduğu şirketlerde genel müdür 15 gün tatile gitsin hayat durur, kararlar alınamaz. Kimse onun yokluğunda inisiyatif kullanmak istemez. İnsanlar kendiliğinden bir şey yapmazlar. Mutlaka adam gelecek yerden şu kâğıdı kaldır diyecek, sende kâğıdı kaldırıp onun gözüne gireceksin. Kendiliğinden harekete geçmek ya kimsenin aklına gelmez ya da bu davranış bir savunma mekanizması olarak geliştirilmiştir. Bunun da nedeni  %95’i aile şirketi olan şirketlerimizde patronların genellikle işleri delege etme alışkanlıklarının olmayışıdır. Etrafta kartvizit unvanlı ama yaptırım yetkisi olmayan insanlar dolaşır, bunun neticesinde ortaya verimsiz bir örgüt çıkar. Organizasyon şemasına bakarsınız Allah Allah dersiniz!

Örgütler yönetim bilimlerinde birer sistem olarak görülür. Sistemler ayrı parçalardan oluşurlar ve bu parçalar birbirlerine bağlı olarak çalışırlar. Sistem bir ekip işidir. Sistem kuramamış toplumlarda kahramanlar yaratılır ve tek adamlar olur. En ufak sorunun çözümü bu insanlardan beklenir. Koskoca örgütte herkes yukarıya kendi sorununu iletme yarışına girer. Lider bu sorunların altında ezilir. Sistem kurmuş toplumlarda ise örgütün parçaları birbiriyle sağlıklı iletişim ve ilişki kurmuştur. Örgütün lideri bu parçalara görev atamıştır. Bu parçalar bir saatin dişlisi gibi çalışırlar. Herkes görevini yapar. Bu gibi kurumlarda örgütün gerçek performansı liderin yokluğunda belli olur. Lider tatile çıktığında örgüt çalışıyorsa sistem işliyor demektir. Çünkü işleri lider yapmaz, atadığı yardımcıları yapar. Lider iş planının gerçekleşmesini koordine eder yönlendirir ve kontrol eder. Ben şirketlerde sabaha kadar çalışan genel müdürler veya yardımcılarını gördüm. Türkiye’de bazı yöneticiler tatile bile çıkmazlar ve hep altlarındaki elemanların yetersizliğinden şikâyet ederler! Bu savunulacak bir durum değildir. Bu durum ciddi bir insan kaynağı sorununun ve çarpık bir çalışma kültürünün göstergesidir. Yani önemli olan yöneticilerin işi kendi yapmaları değil yaptırtmalarıdır. Bu iki eylemin arasındaki fark” tırt” hecesidir.

Biz niye hep güçlü tek adam görmek istiyoruz? Bu sorunun cevaplarını farklı kaynaklarda bulabiliriz.  Öncelikle sosyolojik ve tarihsel köklerimize bakarsak, doğu toplumlarının güdülme kültürü ile yönetilme ihtiyacından ve siyasal kurumlarımızın tek adam geleneklerinde aranabilir. Psikoloji gözlüğüyle bakarsak çocukluğumuz ve yetişme biçimimizden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bizim toplumda çocuklar genellikle uzun süre aile koruması altındadırlar. İnisiyatif ve girişimcilik ailedeki geleneksel tek adam kültürü nedeniyle neredeyse sıfırdır. Bu nedenle çocuk kendi varoluş sorumluluğunu alamadığı ve nasıl alacağı öğretilmediği için hayatı boyunca güçlü bir “baba” arar. Ailede, şirkette, toplumda fark etmez. İnsanlar kendileri birer birey olamadıkları için toplum bu eksikliği bütün “kurumlarında” çeker. Demokrasi denilen katılımcı yönetim tarzı da bir türlü istenilen seviyeye ulaşamaz. Çünkü sorunlarımızı hep bir “kahraman babanın” çözmesini bekleriz. Hatta tarihteki kahramanlardan medet umarız. Hâlbuki tarih bir kere yaşanır. Hayat ileriye doğru akar…

Evet, demek ki örgütlerimizin organizasyon şemaları önemlidir. Tatile gittiğimizde işler yürüyor mu? Aksak çalışan dişliler var mı? Şirketimiz kendiliğinden işliyor mu? Hangi kararlar hangi kademelerde alınıyor? Bu sorulara sağlıklı cevap verebilmek için patronlarımıza ve yöneticilerimize tatile çıkmalarını tavsiye ederim.

Serdar Yurdakul Ağustos 2019

Değerlerin Sürdürülebilir Şirket Olmada Önemi Nedir?

Geçenlerde sinemalarda bir film oynadı, The Post. Bir muhabirin Vietnam savaşı döneminde ABD başkanlarının Amerikan ve dünya kamuoyundan sakladıkları gerçeklere yer veren gizli bir raporu ele geçirmesiyle gelişen olayları konu ediyor. ABD başkanı raporun yayınlanması halinde gazete sahiplerini adalet bakanlığı aracılığıyla vatana ihanetten yargılamakla tehdit ediyor. Yayın kurumu tam o sırada içinde bulunduğu finansal sıkıntıları aşmak için borsaya açılmak ve büyük yatırımcıların desteğini almak üzere. Gazetenin sahibi büyük baskı altında. Ya hükumetin ve başkanın baskısına boyun eğerek ABD halkından gerçeklerin gizlenmesine alet olacak, ya da gazetenin kuruluş misyon ve değerlerini savunan genel müdürünü dinleyerek gizli belgelerin haber yapılmasına izin verecek. Böylece hem yargılanacak, hem de borsa yatırımcılarının desteklerini çekmelerini yol açacak bir sürece girilecek. Daha fazla anlatmayacağım hukukun ve değerlerin önemini görmek için izlemeye değer bir film.

xxx

Kurumlarda her gün bireysel ve organizasyonel düzeyde bir sürü karar alınır.   Çalışanların ve yöneticilerin bireysel olarak verdikleri kararlar,  kendi dünya görüşlerinden etkilenir ve kendileri açısından neyin önemli olduğunu gösterir.  Aynı şekilde yönetim kurulu üyeleri de şirketleri hakkında makro düzeyde kararlar alırlar. Geçmişte yaşanan krizlerde, değerlere bağlı kalınmaksızın alınan etik dışı kararlardan dev şirketlerin düştükleri durumlara hepimiz şahit olduk (ENRON, Siemens, Lehman Brothers,  Arthur  Andersen, Volkswagen, BP vs.)  İşte değerler burada devreye giriyor. Değerlerin esas işlevi kurumun misyonu ve varoluş amacı doğrultusunda karar almasıdır, böylece kurumların sürdürülebilirliğine katkı sağlıyorlar.

Collins&Porras’ın “Built To Last” isimli kitaplarında Amerika’da uzun yaşam eğrisine sahip şirketlerde yaptıkları araştırmada, bu şirketlerin ortak özelliğinin, kurumsal değerlere sahip olmanın şirketleri için iyi bir şey olduğunu anlamış bilinçli liderlere sahip olduklarını göstermişlerdir. Bu liderler kim olduklarını ve yaşam misyonlarının en az ürettikleri malın ve hizmetin kalitesi kadar önemli olduğunu anlamışlardır.  Çalışanların ve liderlerinin etik değerlere sahip olmadığı şirketler, kurumsal bir yapıya sahip olsalar bile bu onlara sürdürebilirlik yolunda avantaj sağlamaz.  Richard Barrett’in de” Building a Values- Driven Organisation”  isimli kitabında da araştırmalara dayandırarak vurguladığı gibi,   ancak üst seviyelerde bilinç düzeyine ve değerlere sahip liderlerin yönettiği şirketlerin uzun vadede yaşama şanslarının olduğunu söyleyebiliriz.

xxx

Bütün olumsuzluklara rağmen yeryüzünde bir avuç bilinçli iş adamı ve akademisyen,  sivil toplum gönüllüsü,  gözü kapalı mevcut durumu sürdürmek yerine,  şirketlerin ve endüstrilerin sürdürülebilir bir yapıya kavuşmaları için mücadele veriyorlar.  Sürdürülebilir bir yaşam ancak bireylerin kendi davranış ve alışkanlıklarında değişimi kabul etmeleri ile başlar.  Mevcut öğrenme süreçlerinde edinilen bilgilerle oluşan dünya görüşleri başarıyı finansal performansla ilişkilendiriyor. Finansal olarak başarılı olamayan yöneticiler ve şirketler kendilerini bu Dünya’da başarısız görüyorlar. Demek ki, bizi motive eden finansal performansımız ve değerlendirilme sistemi mevcut değer setlerinden etkilenmektedir.  Bu değer setleri genellikle bencil,  kısa vadeli ve kar maksimizasyonunu teşvik etmektedir.  Verilen mesaj,  ne olursa olsun çok para kazanmaktır ve bu mesaj hem kurumların, hem de kurumların içinde yaşadığı yeryüzünün sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır.

Kurum ziyaretlerinde duvarlarda “Değerlerimiz” başlıklı posterler görüyorum. Bazıları gerçekten çok şık posterler. Ancak değerler süs değildir. Acaba şirket sahipleri ve yöneticileri kritik kararlar alırken bu değerleri ne ölçüde dikkate alıyorlar? Gerçekten zor bir durum. Washington Post’un sahip ve yayımcısı Katharine Graham’ı baskı ve tehditlere rağmen değerlerini savunurken görmek izlemeye değer.

Mükemmel alt yapılar şirketleri kurtarır mı?

Bize KOBİ’lerden genellikle kurumsallaşma projesi talepleri geliyor. İhtiyaçların detayını incelediğimde, alt yapı çalışmaları diye adlandırdığımız bu ihtiyaçların, süreç yönetimi, görev tanımları, performans sistemleri gibi teknik düzenlemelerden ibaret olduğunu görüyorum. Dünyada ve Türkiye’de şirketlerin yaşam performansları ile ilgili istatistiklere baktığımızda, şirketlerin kapanmasında veya ticari yetersizliklerinde genellikle üst yapı sorunlarının rol oynadığını görüyoruz. Belirli bir iş hacmine ve büyüklüğe ulaşmış şirketlerin alt yapılarına çeki düzen vermeleri, iyileştirmeleri önemlidir ama yeterli değildir. Türkiye özeline baktığımızda istatistikler KOBİ’lerin ancak %3 ila %5’nin üçüncü nesle kadar yaşadığını gösteriyor. Yine bu hususu inceleyen kaynakların çoğunda şirketlerin kısa ömürlü olmalarına neden olarak üst yapı sorunları vurgulanıyor. Süreçleri kötü, görev tanımları eksik, prosedürleri bulunmadığı için batan firma görmedim. Bunların eksikliği firmanın operasyonlarından yeterince verim almasını engelleyebilir ama firmanın sürdürülebilirliğine yaşamsal tehdit oluşturmaz. Durum böyle iken kimse üst yapı sorunlarının çözümü için destek talep etmiyor!

XXX

Bizde liderlik ve yönetim çok iyi anlaşılmış konular değil. Bunlar toplumun çok küçük bir kesiminin ilgilendiği hususlar. Liyakata dayalı (meritokrasi)  yönetim biçiminin genel kabul görmüş bir uygulama olarak mevcut olmadığı toplum ve kültürlerde, şirket yönetimleri de bu durumdan etkileniyorlar çünkü şirket kültürü toplumsal kültürün bir alt kümesidir.  Aile şirketlerinin çoğunda böyle bir kavram mevcut bile değil. Çocuklar, kuzenler hasbelkader kendilerini yönetimde buluyorlar. Durum böyle olunca ben neymişim 30 yaşında YKB oldum sendromu ortaya çıkıyor. Mesela erkek çocukları genellikle CEO olur, kız çocuklarını da insan kaynaklarının başına getirirler! Müthiş bilimsel bir uygulama. İşte üst yapı sorunları diye adlandırdığım en önemli sorunlardan biri bu. Bu ve benzeri uygulamalar KOBİ’lerin sürdürülebilirlikleri önündeki en büyük tehdidi oluşturuyorlar. Ben bu sorunları, 1.Şirketlerdeki yönetim modeli, 2.Liderlik, 3.Profesyonel iş kültürü başlıkları altında grupluyorum. Yönetim modelinden, aile, ortak, şirket ilişkilerini ve denetim mekanizmasını; liderlikten, dış dünyadaki gelişmeleri ve değişimi zamanında doğru olarak okuyup risk analizleri yapabilecek ve şirketin rotasını yeni gelişmelere göre düzeltebilecek yöneticilerin sahip olması gereken bir vasfı; profesyonel iş kültüründen ise örnek vermek gerekirse zamanında açılan şirket telefonlarından, randevu ve toplantılara verilen öneme, ya da müşterilerle ilişki kurma ve geliştirme biçimi gibi hususları anlıyorum.  Çok iyi işleyen bir alt yapıya sahip olmanız size mutlaka bir rekabet avantajı sağlar, ancak yukarıdaki başlıklar altında özetlediğim üst yapı sorunlarınız varsa, istatistiklerin gösterdiği gibi ömrünüz 3.kuşakla sınırlı olur.

XXX

Şirketler, örgütler, toplumlar, bunların hepsi insanların oluşturduğu sosyal sistemlerdir. Bu sistemlerin başarısı, bunları oluşturan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinin kalitesine bağlıdır. Süreçler, dokümantasyon sistemleri, dijitalleşme vs. gibi alt yapı yatırımları şirketlerin verimli çalışması için gerekli ama yeterli değildir. Örgütler yönetim yapılarını sağlam bir çerçeveye oturtmadan uzun vadede başarılı olamazlar. Alt yapı yatırımları onları kurtaramaz. Bu nedenle örgüt tanımı dâhilinde olan KOBİ’lerimiz yönetim ve yönetişim sorunlarını ve şirket/aile ilişkilerini hasıraltı etmeden öncelikli olarak ele almalıdırlar.

Yönetim Bilimi Prensipleri Her Koşulda Geçerlidir

Bu yazımda geçen ay ülkemizde yaşanan çatışma ortamı ve sonrasında alınan kararlardan, yönetim bilimleri prensiplerini dikkate alarak, örgütlerimiz için bazı dersler çıkarmaya çalıştım. Listelediğim bu hususları şirketlerinizin işleyişlerini değerlendirmek (check-up) amacıyla kullanabilirsiniz.

  • Örgütünüzü tasarlamadan önce stratejiye karar vermeniz gerekir. Daha sonra örgütünüzü bu stratejiye hizmet edecek şekilde tasarlarsınız. Yönetim derslerinde bu okutulur. Örgütü tasarlayalım da stratejiye sonra bakarız şeklinde bir anlayış pratikte sorun yaratır.
  • Yönetim kurulu başkanı, genel müdürü atlayıp şirketteki müdürlere farklı talimatlar vermeye başlar ve hiyerarşik ilişkiyi atlarsa, artık o şirkette kimse genel müdürü dikkate almaz. İnsanlar şirketin vizyonu ve hedefleri ile ilgili konularda en üstteki yöneticiden, günlük iş yapış şekilleri ile ilgili konularda ise en yakın seviyedeki amirlerinden talimat almayı isterler.
  • Çalışanlar görev tanımları ve sorumlulukları konusunda farklı sesler duyarlarsa inisiyatif kullanma konusunda tereddüt gösterirler. Bir örgütte herkesin sorumlulukları, tartışmasız bir şekilde açık olmalıdır.
  • Eğer şirketinizin iş yapış biçimlerinde önemli bir değişikliğe gitmeyi planlıyorsanız ve bu değişim çalışanlarınızın davranışlarında da bir değişim öngörüyorsa, şirket içi direnci yani insanı dikkate almadan girişeceğiniz projeleriniz başarısızlığa mahkûmdur.
  • Eğer bir şirketin genel müdür koltuğunu işgal ediyorsanız, şirketinizin tüm varlıklarından ve bunların başına geleceklerden siz sorumlusunuz. Gerekli güvenlik önlemlerini almadan veya kapıyı kilitlemeden işten çıkar, sabah bilgisayarlarınızın veya üretim tezgâhlarının çalındığı bir durumla karşılaşırsanız bunun sorumluluğunu hırsıza atamazsınız.
  • Özellikle geniş organizasyon yapısına sahip örgütlerde, bir yönetim şeması, işlerin yapılış şekli ve bilgi akış süreçleri vardır. Bu süreçler normal çalışma koşullarına göre tasarlanmışlardır. Ancak kriz anında, normal koşullara göre planlanan hiyerarşik yapılar acil kararlar alınmasında ciddi gecikmelere yol açabilir. Büyük örgütlerde kriz dönemlerinde bilgi akışını hızlandıran ve karar alma sürecini hızlandıran olağan üstü durum hareket biçimleri tasarlanmalıdır. Valla ben genel müdürü beklemeden şuradan şuraya adım atmam derseniz iş işten geçmiş olabilir.
  • Yine özellikle büyük şirketlerde çok sık yaşanan sıkıntılardan biri de alt kademe çalışanların üst kademeye seslerini duyuramamalarıdır. Bu sesleri engeller duymazdan gelirseniz kaygan zeminde yürüyorsunuz demektir, her an muz kabuğuna basabilirsiniz. Hâlbuki işlerin yapılış şeklini ve aksayan hususları en iyi alt seviyede çalışanlar görür ancak kapalı kapıların arkasındaki yöneticilere ulaşamadıkları için seslerini çıkaramazlar.
  • Bir örgütte farklı farklı iş yapış kültürlerinin yeşermesine sebebiyet verirseniz, günün birinde her kafadan başka ses çıkar ve çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır.
  • İnsanların uzun süre, bizde politikacılarda olduğu gibi, aynı pozisyonları işgal etmesi çok risklidir. Bu pozisyonların kurduğu ilişkiler denetlenemezse, işletmenin çıkarlarının tersine bireysel menfaat ilişkileri gelişmiş olabilir. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde yöneticilerin iktidar süreleri dönemlerle sınırlanır.

Son Söz; bahçenizi mutlaka kendiniz temizleyeceksiniz eğer ihmal eder gereken düzenlemeleri zamanında yapmazsanız, belediye gelir bahçenize müdahale eder, ortaya çıkan sonuçtan memnun kalmayabilirsiniz.

 

Neden Hep Güçlü Tek Adam Arayışı İçerisindeyiz?

100979Liderler çok önemli. İnsanları iyi kötü bir vizyona inandırıp peşlerinden sürüklüyorlar. Lisedeyken askerlik dersinde okumuştuk, otoriter liderler, inandırıcı liderler diye anlatılmıştı. Ülke ve şirket tarihlerinde okuduk, yaşadık, gördük. Liderinizin ayakları yere basıyorsa arkadan başarı geliyor ama lideriniz bir takım hayaller peşinde koşan ihtiraslı bir insansa yönettiği örgütün de eninde sonunda başı derde giriyor. Çalıştığım şirketlerde de piyasayı ve ülke gerçeklerini doğru analiz etmeden uçuk projeler peşinde koşan liderler gördüm. İşin kötüsü bu insanlar ikna kabiliyetleri ile çalışanları da peşlerinden sürüklediler. Bu insanları kimse eleştiremiyordu! İnsanların körü körüne neden hayalperest liderlerin peşinden gittiğini biraz araştırınca bunun sosyo-kültürel nedenlerine ulaştım. Siyasi arenada veya örgütlerimizde güçlü adam arayışımızın arkasında yatan açıklamayı IBM’le müşterek projeler yürütmüş,  araştırmacı, sosyolog ve örgütsel sosyoloji uzmanı Geert Hofstede’in” Kültürün Boyutları” (Cultural Dimensions Theory)  kuramında buldum. Hofstede 1967-1973 arasında IBM’de çalışırken 50 ülkede, ülkelerin değer ve kültürel farklılarının kaynağını araştıran çok geniş bir araştırma/anket yapıyor. Bu anketin sonuçlarından bizi ilgilendiren yönü, ankete katılan ülkelerde insanların eşitsizliğe nasıl baktıklarını açıklayan anket boyutuna güç aralığı endeksi (power distance PDI) ismini vermiş.  Güç aralığı boyutu toplumda zayıfların, güçlülerle ilişkisi üzerinde duruyor. Dar güç aralığı ve geniş güç aralığı diye ikiye ayrılmış. Dar güç aralığının olduğu ülkelerde toplumdaki zayıflar daha demokratik ve eşitlikçi ilişkiler bekliyorlar. Örneğin dar güç aralığının tecrübe edildiği ortamlarda çalışanlar üstleri ile iletişimlerinde daha rahatlar ve alınan kararları eleştirebiliyorlar. Hosftede’in araştırmalarına göre “dar güç aralığı” batılı ülkelerde daha sık görülüyor. Özellikle Almanya ve İskandinav ülkelerinde. Geniş güç aralığı ise özellikle Asya ve Orta Doğu ülkelerine özgün.  Zayıf ve fakirler, otoriteyi ve gücün eşitsiz dağılımını sorgulamadan kabulleniyorlar. Bu kültürlerde hiyerarşi önemli. Örneğin askeri düzen veya krallık düzenleri geniş güç aralığı olan düzenlerdir. Tek adam hâkimdir ve eleştiri genellikle hoş karşılanmaz. Demokratik yaklaşımların zayıf olduğu Türkiye, Rusya Arap ülkeleri, Çin, Hindistan gibi ülkeler güç aralığı endeksinde üst sıralarda yer alıyorlar.

                                                      xxx

Güçlü tek adamlarla ilgili olarak bilim insanlarının çalışmalarından biride “Great Man Fallacy” isimli çalışmadır. “Great Man” kuramı tarihin büyük ölçüde her şeyi değiştirme gücüne sahip “Büyük Adamlar”, kahramanlar, ya da doğuştan yüksek kişisel karizmaya, zekâ, bilgelik veya politik beceriye sahip etkili insanların, etkisiyle şekillendiğini açıklayan, 19. yüzyıldan kalma bir fikirdir. Bu kuram 1840’larda İskoç yazar Thomas Carlyle tarafından popülerleştirilmiş. Fakat 1860 yılında filozof ve sosyolog Herbert Spencer, 20. yüzyıl boyunca ve günümüze kadar etkili kalan bir karşı-kanıt formüle etmiş. Spencer, büyük adamların içinde yaşadıkları toplumun ürünü olduklarını ve onların yaşamlarından önce oluşmaya başlayan sosyal koşullar olmadan, büyük adamların ortaya çıkmalarının mümkün olamayacağını savunmuştur. Nelson’un güçlü bir donanması olmasaydı acaba tarihte bu kadar etkin bir kişi olarak anılacak mıydı?

                                                   xxx

Yukarıdaki gerçeklerden ve kuramlardan örgütlerimiz için ne gibi sonuçlar çıkarabiliriz? Bir; içinde bulunduğumuz coğrafyada güce tapılıyor. Kurumsal kültürü şekillendiren etkenlerden biride ulusal kültürdür. Dolayısıyla örgüt kültürünü şekillendirme projelerinde bu husus göz önüne alınmalıdır. İki, örgütlerin sürekli etkileşim içinde yaşayan karmaşık sistemler olduğunu dikkate almadan, suçlamak veya övmek için tek bir kişi aramakta doğru değildir. Üç, ekip gelişimine önem vermeden tek bir kişinin güçlenmesine odaklanılan bir liderlik kültürünün oluşturulması günümüzün Dünya gerçekleri ile bağdaşmamaktadır ve ayrıca risklidir…

Fırtınalı Zamanlarda Geleneksel Hiyerarşiler Aleyhinize Çalışabilir

çy16 Ocak 2016 tarihli “Riskli Sularda Çok Açılmayın Boğulursunuz başlıklı yazımda, Türkiye’de iş yapma ortamının jeopolitik riskler ve yönetim riskleri nedeniyle her zaman tedbirli yaklaşımlar gerektirdiğini ve iş yaparken bu risklerin dikkate alınması gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım. O yazımı gazeteye gönderdikten sonra Sultanahmet meydanında bomba patladı, son olarak sınırlarımız yine ihlal edildi. Dünyanın yeni bir denge, üretim ilişkilerinin yeni paradigmalar arayışında olduğu içinden geçtiğimiz dönemde öyle görülüyor ki, siyasi konjonktür ve uluslararası ilişkiler ülkemizi etkilemeye devam edecek.  Şirketlerimizi çevreleyen ortam bu olunca şirket sahipleri ve üst düzey yöneticilerinin iç ve dış piyasaları her zaman olduğundan daha yakın izlemeleri gerekecek. Continue reading