Korona virüs salgınının sağlık ve ekonomi üzerindeki etkisi endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Ancak salgın öncesi durumu hatırlarsak şirketlerimizi ve ekonomimizi etkileyen bazı gelişmeler çok önceden başlamıştı. Son birkaç yıldır çalıştığımız ortamların en büyük özelliği giderek artan belirsizlik, karmaşıklık ve değişkenlik. Uluslararası politik sorunların ekonomilere yansımaları, teknolojinin devletler arasında rekabet unsuru olarak öneminin artması toplumları ve ekonomileri istikrarsızlaştırıyor. Bunların bir kısmına 21 Aralık 2019 tarihli Dünya Gazetesinde yer alan “2019-sona-ererken-sirketlerimizi-etkileyecek-gelismeler-ve-riskler” başlıklı yazımda değinmiştim. Korona virüs salgını şirketlerin yapması gereken değişimleri daha da hızlandıracağı gibi, dünyadaki bazı bilinen gelişmelere ilave olarak sağlık konusunun da iş hayatı üzerindeki etkisi bundan böyle hesaba katılması gereken bir faktör olacak. Her nesil etkilenmese de salgınlar dünya tarihindeki en önemli afetlerden biridir. Teknoloji alanında ise en önemli değişim, Dördüncü Sanayi Devrimi kapsamında yapılacak olan çalışmalardı. Ancak korona virüs salgını, geleceğe yönelik olarak şirketlerimizin iş yapış şekillerinde bazı acil düzenlemelere gitmelerine ve kriz dönemine yönelik olarak süreçlerini gözden geçirmelerine yol açtı. Bu bağlamda, ‘işlerin geleceği’ ve otomasyon teknolojilerinin (örneğin yapay zekâ, robotik vb.) işler üzerindeki etkisi hakkında yapıcı bir tartışma yürütmek, artan belirsizlik ve karmaşıklık nedeniyle bugün biraz daha zorlaştı.
Neredeyse bir yıldır yaşananlar artık sabit yatırımların şirketlere yük olduğu gösterdi. Büyük ofisler, atıl kalan geniş kapasiteli makineler, gereksiz bilgisayar hacimleri vs. gibi yatırımlar bu dönemler atıl kalarak şirketlere yük oldu. Atıl kalan sermaye yatırımlarının istikrarsızlık dönemlerinde ilave bir ekonomik maliyet oluşturduğu göz önüne alınırsa hizmet ve üretim modellerimizin gözden geçirilmesi gündeme gelecektir. Bu kadar büyük ve pahalı mekânlarda çalışmak zorunda mıyız? Yaşananlar çerçevesinde gelecekte benzer bir tehdit karşısında iş süreçlerimizi ne şekilde değiştirmeliyiz? Müşterilerimizle kopan ilişkiyi dijital ortama ne şekilde taşıyabiliriz? Değişen alışveriş alışkanlıkları karşısında ne gibi önlemler almalıyız? Hangi pozisyonlar uzaktan çalışabilir? Uzaktan çalışmak zorunda kalan insan kaynaklarımızın motivasyonunu nasıl yüksek tutabiliriz? Yeni normalde şirketimize hangi yetkinlikleri kazandırmalıyız? Vs. gibi sorulara verilecek cevaplar öncelikle tartışmamız gereken konular olacak.
Sonuç olarak Covid-19 salgını şirketlerimiz için bir stres testi rolü oynadı. Bazı şirketler piyasadan çekilmek zorunda kaldılar, kalacaklar. Sermayeleri ve yetkinlikleri yeterli şirketler bu testten başarılı çıkacaklar. Burada anlaşılması gereken çok önemli bir husus var. Yeterli işletme sermayesine sahip olmak. Türkiye’de bir sürü şirketin işletme sermayesi yetersizdir bu yüzden işlerini genellikle banka kredileri ile çevirirler. Bir tane çekleri ödenmediği zaman zor durumda kalırlar. Gelecekte değişimin hızı ve dünyada yaşanması muhtemel afetler karşısında dayanıklı olabilmek için, işletmelerde yüksek karın yerini güçlü sermaye ve sürdürülebilir bir kazanç paradigması benimsenmelidir. Kısa vadede yüksek kazanç mantığıyla çalışan firmaların bundan böyle yaşam eğrileri çok kısa olabilir. Karların ve ciroların büyük düşüş gösterdiği dönemlerde verimli sürdürülebilirlik çok daha fazla önem kazanıyor. Yeni dönemde verimlilik, değişim yönetimi, risklerin değerlendirilmesi, kriz yönetimi, sürdürülebilirlik ve iş organizasyonu önemi artacak başlıklar olacaklar.
Yeni normali doğru okuyup, doğru hamleler yapmaya devam eden firmalar bu mücadelenin sonunda hayatta kalıp yollarına devam edecekler. Bu dönemde yaşadıklarımızı ileriki yıllarda muhtemelen Covid-19 öncesi ve Covid-19 sonrası diye hatırlayacağız:)